20 Ekim 2007 Cumartesi

Kariyer Laboratuvarı: Ünlü Kariyerler

Biz Penguen’kolikler, her hafta bayiye koşuyoruz, fanatiği olduğumuz bazı karikatüristler, çizgi roman çizerleri var, köşelerini düzenli takip ediyoruz, onlar haftamızın güzel geçmesini sağlıyorlar adeta… Karikatür, çizgi dünyası, acayip bir dünya, daha yakından bakabilmek için çaldık Penguen’in kapısını, bir sandıkla karşılaştık. Bu sandığın içine atladık, Ersin Karabulut ile karşılaştık. Bize Sandık İçi’ni anlattı, en samimi haliyle. Ersin hayranları, benden duymuş olmayın ama, bu adam tam da çizdiği gibi, kıvırcık saçlar, meraklı iri gözler, ve evet, birbirinden farklı renkte çoraplar!!!

exi26: Ersin, sen kimsin?

E.K: 3 Haziran 1981 yılında, İstanbul’da doğdum, İstanbul’da yaşadım. Vatan Anadolu Lisesi’nde okudum, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik bölümü öğrencisiyim hala, uzun yıllardır, uzun yıllar da öğrenci kalacağa benziyorum. Çizerim... Önce karikatür çiziyordum, Pişmiş Kelle dergisinde çıktı ilk karikatürüm, 16 yaşındaydım, lise boyunca arasıra çiziyordum. Bu arada birçok aile gibi benim ailem de, mühendis olmam konusunda ısrarcıydı, ben olamayacağımı anladım ve erkenden uyandım bu konuda, uyanamayanlar da oluyor, mühendislik okuyup sonra gelip, burada çizer olanlar var. Karikatür çiziyordum ama, karikatürlerimin komik olmadığını görüyordum. Karikatüre zaten mesleğe özenerek başlıyorsun, dergide okuyup o adamlara özeniyorsun, çünkü daracık bir okuldasın, ailen sana mühendis ol diyor, arkadaşların kaç netin var diye konuşurken, sen kısıtlandığını hissediyorsun çünkü, sen sadece bir şeyler çizmek istiyorsun, çizmek için değil, çizer olmak için başlıyorsun, sonra çizmeye başlıyorsun. Karikatürde çok başarılı değildim, komik olmuyordu, hatta Engin abi vardı, karikatür çizme sen ya, dedi bana. Çizgim daha anatomikti, “çizgi öykü” çizmeye daha müsaitti, tiplerim çok komik olmuyordu. Ben de, bir yandan okula hazırlanıp, kara kaleme yoğunlaşıp, bir yandan da, çizgi öyküye kaydım. Öyle bir çizgiye yoğunlaşınca, yavaş yavaş çizgiye göre öykü, anlatmaya başlıyorsun Şu anda da, Penguen’de ve Lombak’ta çizgi öykülerim yayınlanıyor.

exi26: Karikatürle çizgi öykünün farkı karikatürün komik olması mı salt olarak?

E.K: Yani karikatürde espri öne çıkmak zorunda. Yiğit Özgür’ün bir karikatürünü ben çizsem, mahvolur o karikatür, çünkü espriyi baltalar benim çizeceğim anatomik bir burun, mesela... Yanlış bir oyuncu seçimi gibi bir şey olur sinemadaki... Çizgine göre öykü bulmak, her zaman daha iyi. Ben şu an Sandık İçi’nde, şunu yapmayı seviyorum: Ruh hallerini anlattığı için o köşe, duygusalsan kendini gerçekçi çizersin, ama karikatürize de çizdiğim oluyor. Bu değişen çizgiyi, daha çok seviyorum.

exi26: Bir günün nasıl geçiyor?

E.K: Dergiye geliyorum, İstiklalde rutin bir tur atıyorum, sinemaya gidiyorum, uyuyorum.

exi26: Bir çizerin iş saatleri nasıldır peki? Dokuz - beş bir iş değil herhalde?

E.K: İstersen buraya hiç gelmeyebilirsin. Evden tarar yollarsın. Mesai saatimiz yok. Bu dışardan bakan birisine rahatlık gibi gözüküyor. Bazen sıkılıyorsun ama bu durumdan. Bir düzensizlik getiriyor. Aynı zamanda da, bu düzensizliği gerektiriyor ama bu meslek. Evlenen arkadaşlarımız var, performanslarında bir düşüş oluyor, ben de kız arkadaşımla çok iç içe olduğum dönemde bunu yaşadım. Son anda bulduğun şeyler, dergiyi dergi yapan şey aslında. Yani geliyorsun, birileri arkanda geyik yaparken, sen sıkışıyorsun, bulman lazım öyküyü, bir adam geliyor hadi matbaaya geç kalıcaz diyor, o anda, o sıkışık zamandaki yoğunlaşmış enerji, dergiyi dergi yapan şey bence. Mizah dergisi, bir gecede çıkıyor. Ağır ağır hazırlanarak çıksa, dergide sakin sakin çizip, mutlu mutlu eve gidilse, bu kadar başarılı olmazdı, bu ruhu yakalayamazdı, diye düşünüyorum, bir panik lazım illa.

exi26: Son zamanlarda, bazı okurların yaklaşımlarından şikayetçisin anladığımız kadarıyla, köşende buna sık sık yer veriyorsun, biraz bahseder misin, okurlarla aran nasıl?

E.K: Ya!!! Aslında iyi; bir çok mail alıyorum, güzel bir paylaşım var, aynı şeyleri yaşadığımızı anlatan bir çok insanın hikayelerini okuyorum ve hoşuma gidiyor. Ama hakkımda yanlış şeyler düşünülmesi, beni çileden çıkartıyor. Beğenmemeleri değil ama, yanlış şeyler düşünmeleri. Aslında çok da umursamamam lazım, yaptığım bir iş var, buna gıcık olanlar da olabilir. Bunu böyle kaldırmak gerekiyor ama şu var, karikatür çizseydim ve hakkımda yanlış şeyler konuşulsaydı gene üzülürdüm, ama işime zarar vermezdi. Benim yaptığım işte, konu mankeni benim ve kendi kendime verdiğim bir sözü tutuyorum, gerçek duygularımı anlatıyorum, hissetmediğim şeyleri çizmiyorum, bu durumda yalan bir şey söylendiğinde, yaptığım iş de yalan olmuş oluyor, bu da kalbimi çok kırıyor, kaldıramıyorum. Yanındaki samimi arkadaşına anlatır gibi anlatınca ve birinin de onu reddettiğini duyunca kırılıyorum.

exi26: Karikatürle, çizimle ilgilenen, meslek olarak bunu seçmek isteyenler için soruyorum, sen sadece bununla mı geçiniyorsun mesela? Bu meslekle geçinilebiliyor mu?

E.K: Geçiniliyor, çok büyük paralar kazanmıyorsun elbette, ama yaşamını sürdürecek kadar kazanabiliyorsun. Biraz isim duyulduktan sonra, dışarıdan da bir sürü teklif gelebiliyor, senaryo yazmak gibi, Selçuk Erdem, Erdil Yaşaroğlu yaptı mesela, şimdi Yiğit Özgür de bir şeyler yapacak. Bana da vardı teklifler, ama ben şu an öyle bir şeye becerim olduğunu, çok düşünmüyorum, geliştirmek lazım, olgunlaştırmak lazım, dolayısıyla sırf dergiler var şu anda. Ama ilerde, okul da bitince başka şeyler de yapmak istiyorum elbette.

exi26: Hedefin ne peki?

E.K: Grafik okuyorum, bitirdikten sonra, afiş yapmak mesela, story board yapmayı vs. seviyorum. Sandık İçi albümünü hazırlarken, kitabın içinde, kapakta vs, daha modern bir grafik yapmayı düşündüm ama, o zaman oturmayacaktı üzerine, çünkü içinde gayet alaturka bir çizim var, normal karelenmiş falan. Grafiği de seviyorum, onunla ilgili bir şeyler de yapmak istiyorum. Para için de değil ama, sevdiğim için, yoksa tanınmış ve satan bir dergide bir köşen varsa, geçimini sağlarsın dediğim gibi. Penguen bizi gayet idare ediyor, şu anda.

exi26: Ailen ne diyor bu gidişata?

E.K: Küçüklüğümden beri fenciyim ben, fenciyim ben diye bir gaza gelmişlik vardı. Bir kabullenmişlik vardı, oysa fen dersim de iyi falan değildi, babam bilim teknik dergileri alır dururdu, ben de öylesine okurdum, babam ablamla bana bir soru soruyordu mesela, ablam bilemiyordu, ben biliyordum, okumuş falan oluyordum. O zamanlar şöyle bir diyalog oluyordu, ablam, e tabii sen fencisin, ben sözelciyim, bilmen normal diyordu, ben de “evet ben fenciyim” diyordum. Ya!!! İlkokuldasın, ne fencisi? Ben farkında olmadan alttan alttan astronot olucam falan, zannediyordum. Uzay fakültesi astronot bölümünde okuyorsun, mezun oluyorsun, diploma veriyorlar, uçuyorsun zannediyordum. Neyse sonra, fenci miyim? Fen mi? diye diye kendimi buldum. Ama annem iki yıl öncesine kadar: Şu okulu bitirsen, bir de tıp okusan, bak Melahat’ın oğlu Ercan’a beyaz önlük ne kadar yakışıyor, falan diyordu. Sonra, son bir yıl içinde vazgeçtiler oğullarından. Çizerliğe nasıl bakıyorlar bilmiyorum ama, yakın bir zamana kadar, “oğlum bırak bu işleri” cümlesi sık sık duyuluyordu evde.

exi26: Seni rahatsız etmiyor mu? Ya da kafanı karıştırmıyor mu?

E.K: Çok rahatsız oluyorsun tabii... Lisede Pişmiş Kelle’de çiziyordum ve tirajı çok düşüktü, para almıyordum yıllarca. O zaman tabii, “oğlum sen napıyorsun, boşa uğraşıyorsun” deyip duruyorlardı..Aile için odur ya kriter, ama yavaş yavaş onlardan para almamaya başladım, ki dört yıl oluyor, o zaman bir altın bileziğim olduğunu düşündüler, bir şeyler yapıyormuş demeye ve şikayet etmemeye başladılar. Son zamanlarda, gazetelerde falan röportajlar çıkmaya başlayınca, daha bir sahiplendiler, kıymete bindim biraz..Babam bile arkadaşlarına gazeteleri gösteriyormuş, odasına asmış bir çizimimi falan.

Annemle beraber röportaj yaptılar yaa, annem giyinmiş gelmiş. İmza gününe gelmişler bir gün haber vermeden, bir süre sonra etrafımdaki kalabalık azaldı, bir baktım, annem kendi kalabalığını oluşturmuş. Leman teyze anlatıyor, neredeyse imza verecek. Biraz gurur duyuyorlardır artık herhalde, gene de mühendis olmamı isterlerdi, ayrı konu. Babam, ablam, annem, hiç okumazlardı dergiyi, hatta babam hangi dergide çizdiğimi bilmezdi. Babam, zamanında resim yaparak geçimini sağlardı, dolayısıyla işin pis, zahmetli kısmını bildiği için, oğlunun da böyle bir işe bulaşmasını istemedi.

exi26: Ama yetenek de ondan gelmiş herhalde?

E.K: Ben öyle diyorum, çünkü hatırlamıyorum çizmeye nasıl başladığımı, herhalde küçücükken başlamışım ona bakıp bakıp. Çok istemedi o yüzden, şimdi babam da memnun ama, bir kez para istesem hemen bırak bu işleri deyiveriyor. Aileler çocuklarının rahat yaşamalarını istiyorlar, sıkıntı çekmelerini istemiyorlar. Mesela gece geç saatlere kadar çiziyorum, annem bazen elinde sütle geliyor, yavruum sütünü iç te öyle yat diye, sen orda bir kare daha çizebilmek için kasmışken, bir rehavet geliyor, huzur geliyor, dolmaları da yiyip uyuyayım diyorum, o yüzden gelip dergide çalışıyorum, burada anne yok, Umut Sarıkaya var, o da dolma yapmıyor.

exi26: Pengueni beğeniyor musun genel olarak?

E.K: Evet, her hafta Çarşamba sabahları alıyorum ve her sayfasını zevkle okuyorum, gerçekten de şu anda, iyi bir çizgide “Penguen” bence.

exi26: Vapurlarda, dolmuşlarda Penguen okuyup eğlenenlere rastlıyoruz, sen de rastlıyor musun, neler hissediyorsun?

E.K: Aaa, benim için çok acayip oluyor. Kaç kere gördüm. Beni okuduğunu gördüğüm insanlar oluyor, çok güzel bir duygu tabii. Bir kız yanımda benim köşemi okudu ve çok güzel bir kızdı, hemen de benim sayfamı açtı falan, delirdim yanında, “sen çok güzelsin, beni okuyorsun, ben neler neler anlatırım sana güzelim” diyesin geliyor ama, çok züppece bir hareket olur tabii.

Pişmiş Kelle’de, 17 yaşındayken, birkaç haftadır köşem çıkıyor ve dergi de çok satılmıyor falan, vapurda pişmiş kelle okuyan bir kız gördüm; nimet o anda benim için!!! Görmüşken atladım. “Merhaba, (sesimi de kalınlaştırmaya çalıştım) Pişmiş Kelle’yi hep okuyor musunuz dedim, anlamsız bir bakışla evet? dedi, şey ben orda çiziyorum, göstereyim mi dedim, kız da ne desin, gösterme diyemedi tabi, hah işte şu benim dedim, orda küçücük bir köşe, hıımm tebrik ederim, güzelmiş dedi kız ve okumaya devam etti, ama orda benden bi tiksindi yani, ben de hımm teşekkür ederim diyip denize doğru bakmaya başladım ama, kıpkırmızıyım. Ölsem serin sularda o an…

Kaynak: exi26.com